Var Olmayanı Hayal Etmek

“Ne olmuştu? Bu korkunç sarsıntı nasıl bir etki yapmıştı? Mermiyi yapanların becerisi iyi bir sonuç elde edilmesini sağlamış mıydı? Paris ya da New York’u bir saniyede aşmaya yetecek on bir bin metrelik başlangıç hızının korkunç itiş gücü kontrol altına alınabilmiş miydi? Bu heyecan verici sahnenin binlerce tanığının kendi kendine sorduğu sorular kuşkusuz bunlardır. İnsanlar yolculuğun amacını unutmuş, sadece yolcuları düşünür olmuşlardı. İçlerinden biri merminin içine bir göz atabilseydi acaba ne görecekti?”

Ay’ın Çevresinde Seyahat – Jules Verne

 

İnsanlık var olduğu tarihten bugüne kadar gerçek olmayana ilgisini hep korudu. Masallar, mitolojik efsaneler ağızdan ağza günümüze kadar ulaştı. Bununla yetinmeyen insan, bilinmeyene olan ilgisini, hayalini kurduğu bilinmeyeni, olası geleceği yazıya dökmeye başladı. Neden? Yaşadığı dünyada üstesinden gelmesi gereken birçok gerçek varken neden insan bilinmeyeni, gerçek olmayanı ve henüz imkânsız görünen geleceği bu kadar merak etti? Gerçekte var olmamış topraklarda, var olmamış yaratıkların güzelliğine neden kapıldı? Neden onu dehşete düşüren bir canavarın hayalini kurdu? Ya da insan neden kafasını kaldırıp gözlerini gökyüzüne dikti?

Hayal kurmak geleceğe bakmaktır, kendini mutlu etmektir, neden mutsuz olduğunu görmek, gerçeği farklı bir şekilde yorumlamaktır. Hayal kurmak gerçeklikte deneyemeyeceklerini denemek ve yaşadığımız dünyada kendine gerçek bir yol çizmektir. Jules Verne bugünlerin ve daha öte geleceğin hayalini kurup romanlarını yazarken H.P.Lovecraft korkunun dağlarında dolaşıp kendi özüne kendini tanıştırırken J.R.R. Tolkien bambaşka bir yerde iyiyle kötünün savaşını anlatırken hepsi aynı yerden, bu dünya ile sınırlandırılamayan hayal güçlerinden besleniyorlardı. Durmadılar ve bu hayalleri dünyayla paylaştılar. Hem de bu dünyanın objelerini, kelimelerini kullanarak. O olmayan yerleri, o henüz imkânsız gibi görünen geleceği insanların akıllarında şekillendirmeye başladılar. Var oluşumuzdan beri süre gelen gelenek bozulmadı ve insanlık hayalleriyle geleceğe yürüdü. Çünkü insan hayal eder, araştırır, sorgular, kurgular ve ortaya çıkarır; insan gelişir.

1900’lerin başlarında teknolojinin gelişmesiyle olası geleceği, henüz ortaya konmamış bilimsel gerçekleri hayal eden bilimkurgu, insanların ilgisini çekti. Artık bilimkurgu, kardeşi fantastik edebiyattan daha şöhretliydi. Bilimkurgu popülerliğini arttırırken bilim de gelişti. Ve sonunda II. Dünya Savaşı’nda arenaya çıkıp varlığını ve gücünü ispat etti. Silahlar, uçaklar, denizaltılar, atom bombaları bir zamanlar sadece bilimkurgu yazarlarının kelimelerindeyken birden gerçek olmuşlardı. İnsan, doğası sonucu, gelişen teknolojiyi yine kendine karşı kullanmıştı. Oysa bilimkurgu yazarları böyle bir durumda ortaya çıkabilecek vahim sonuçları da kaleme alıp insanlığı uyarmışlardı. Ve onlar bunu hala yapıyorlar…

II. Dünya Savaşı’nın yarattığı karmaşada insanların içlerine dönüp huzurlarını korumaları gerekiyordu. Ve yardım çok geçmeden J.R.R Tolkien’den geldi.

“.…yirminci yüzyılın öyküsünün karşıtı olan muazzam bir mit… doğru düzgün gözüken bir evrenin tanımı… ruhun bu çorak yüzyılda ihtiyaç duyduğu bir başka gerçeklik.”

John Clute

1954 yılında Tolkien’in Orta Dünya’sıyla insanlara umudun, dostluğun hikâyesi geldi. Yüzüklerin Efendisi, edebiyat dünyasını ikiye ayırdı. Bir taraf, “Bir edebiyat profesörü nasıl olur da böyle bir masal yazar,” diyordu. Diğer taraf ise çoktan Frodo ve Sam ile yola koyulmuş, elflerle tanışmış, Gandalf’ın Balrog ile savaşında gözyaşı dökmüş, Rohanlarla at sürmeye başlamıştı. Fantastik edebiyat, dünyanın en çok okunan yüz eserinden biri olan bu dev eserle yepyeni bir başlangıç yapmıştı. 68 kuşağı, “başkan adayımız Gandalf” yazan pankartlar açınca yayıncılar gözünü fantastik edebiyata dikmiş ve bu edebiyat türünde eserler verecek insanları aramaya başlamıştı. Artık birçok yazarın bambaşka dünyaları, bambaşka ırkları, bambaşka öyküleri anlatılmaya başlanmıştı.

Kimileri tarafından çocuk masalı veya kaçış edebiyatı olarak da adlandırılan fantastik edebiyat, bu eleştirel yaklaşıma rağmen aslında, yaşadığımız hayatta fark edemediğimiz gerçekleri, başka dünyalarda alternatif gerçeklikler üstünden sorgulatarak algılatma gücünü kullanarak büyümeye devam ediyor.

Artık bambaşka alanlar da bu eserlerin büyüsünden etkilenmeye başladılar. Sinema ve oyun sektörü, fantastik edebiyatın sergilediği hayal gücünü görünür kılıyor.

Fantastik ve bilimkurgu edebiyatı, insanların hayal güçlerine yüzlerce yepyeni dünya sunuyorken Türkiye’de durum neydi? Bilinmeyenin, korkutanın, kahramanlıkların dört bir yanda fısıldandığı bu toprakların hayalcileri neler yaptılar? Fantastik öğeler geçmişte Giritli Aziz Efendi’nin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Peyami Safa’nın, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ve nicelerinin eserlerinde görünür olmuşlardı. Ama fantastik edebiyatın bir tür olarak yaygınlaşması biraz gecikti. Eğitim, maddi sıkıntılar, diretilen sosyal kaygılar gibi konular bu gecikmenin sebeplerinden bir kaçı olarak sayılabilir. Buna rağmen uzak sayılamayacak bir tarihte, olası geleceğin, bilinen gerçekliğin içinde ve tarihin derinliklerinde fantastik öğelerin kullanımı yaygınlaşmaya ve okuyucuyu, belki de fark ettirmeden fantastik edebiyata hazırlamaya başladı.

Tolkien’in yarattığı fantastik edebiyat tarzında ilk eserin Türkiye’de yayımlanma tarihi ise 2002’dir. Bu ülkenin hayalcilerinin önünde, dünyanın elli yıl önce verdiği mücadelenin aynısı,  ön yargının, yıkılması zor olan barajı vardı. Ama var olmayanı ve geleceği hayal edenler çok geçmeden, barajda delikler açmaya başladılar bile. Barajın tamamen yıkılması, bilimkurgu ve fantastik edebiyata dair bu ülkeden çıkmış ve çıkacak eserlerin hak ettiği yere gelmesi için sadece zamana ihtiyaç var.

“Büyük fanteziler, mitler ve masallar gerçekten de rüyalara benzer; bilinçdışından bilince seslenirler, bilinçdışının diliyle, simgeler ve arketiplerle. Kelimeleri kullansalar da, müzik gibi işlev görürler; sözel akıl yürütmeyi devre dışı bırakıp doğruca söylenemeyecek kadar derinde yatan düşüncelere giderler. Hiçbir zaman tam olarak aklın diline tercüme edilemezler; onların anlamsız olduğunu, ancak Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisini de anlamsız bulan bir Mantıksal Pozitivist iddia edecektir. Oysa son derece anlamlıdırlar ve ahlak açısından, iç görü açısından ve büyüme açısından faydalı ve pratiktirler.”

Ursula K. Le Guin

 

 

“…
Her ne kadar dünyanın tüm çatlaklarını Elfler ve Goblinlerle doldurmuş olsak da, karanlıktan ve ışıktan Tanrıları ve onların evlerini inşa etmeye cesaret etmiş ve ejderlerin tohumlarını ekmiş olsak da bu bizim hakkımızdı. (yerinde ya da yanlış kullanılmış) Bu hak azalmadı: hâlâ içinde yaratıldığımız yasayla yaratıyoruz.”

J.R.R.Tolkien

 

İnsan hayal kurmaktan vazgeçmeyecek. Bu, doğasının gereği. O hayal kuruldu, kuruluyor, kurulacak. Çarpıklıklar, hatalar, acılar alternatif yollarla bu hayal sayesinde çözülecek. Daha başka yerlerde, henüz gerçekleşmemiş gelecekte olabilecek olanın hayali, insanların kendi iç dünyalarında gerçekliğe kavuşacak ve insanlık hiç yaşamadığı iyiyi hayal edecek, hiç yaşamadığı kötüye hazırlıklı olacak.

 

 

 

 

Erbuğ Kaya

Bir Yorum

Yorum Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

five + 6 =