Baskının ve haksızlıkların hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyorum. Aynı ülkede, töre isimli bir katilin binlerce kurbanına ağlıyor, evlatlarının cesedini bile bulamayan annelerin her Cumartesi eylem yapışını izliyorum. “Rızası vardı” lafını duyduğumda irkiliyorum; gazetelerde şehit, terörist, av ve avcı kelimelerini gördükçe ürperiyorum. “Sivas” dendiğinde yanıyorum, “Uğur” ya da “Hrant” isimleriyle ölüyorum. 15 yaşındaki bir kız çocuğuyla evlenip onu okuldan alan bir siyasetçinin, televizyonda “kızlarınızı okutun” diye halka seslendiği bir ülkede dürüstlüğe hasretim.
Adı Yaser olan biriyle tanışırken içim titriyor. Polisin zulmü geliyor aklıma; yalan, dolan ve riyakarlık… İşkence neticesinde kendi canına kıyan canım arkadaşım Yaser’i hatırlıyorum. Mahkeme salonunda ona “kırılgan” diyen, “entellektüel insanlar kırılgan olur” diyerek bizi çıtkırıldım, kendisini ‘çatkırdım’ sanan o polisi asla affetmiyorum. İşkenceci zalimleri uykusuz gecelerimde lanetliyorum.
İlk defa “merhaba” dediğim bir kişinin adı Tahsin’se, maalesef buruluyorum. Afganistan’ı acıyla hatırlıyorum, büyük ülke olmak isteyenlerin emriyle, helikopterinde on bir arkadaşıyla yan yana can veren dostum Tahsin’i hep hüzünle anıyorum. Kendi oğullarını saklayıp başka oğulları savaşa atan hainlere ileniyorum. Cenazeleri kanıksayıp anaların yanında sahte gözyaşı döken timsahlardan nefret ediyorum. Ağzından kelle lafı düşmeyenler yüzünden artık biramı Tahsin’siz içiyorum.
Sokaktaki köpeği aç bırakan da insan, ben de… Afrika’da her dakika ölen çocuklar da can, benim oğlum da… Kendini üstün görüp başkasının payına göz dikenler, “beni sevmeyen ölsün” diyenler, kul hakkını dilinden düşürmeyip otobüs kuyruğunda araya kaynayan samimiyetsizler… Nasıl bu hale geldiğimizi ve nereye gittiğimizi bir türlü anlayamıyorum…
Tüm bunlar yüzünden, her fırsatta yazdım. İncir ağaçlarına atfettim isyanın gücünü, onların dinmek bilmez ısrarını kıskandım, gücünü usumda duyumsadım. On öykü yazdım…
Evladının acısını gören Hatice Anayla Mevlüt Baba için…
Eşini bayrağa sarılı tabutta uğurlayan İrem için…
Kardeşinin mezarı başında ağlayan Feyza için, Murat için…
Ve Bostancı’daki 80m2’lik evimin incir ağacı için; boyun eğmeyen, gerçeği söylemek adına çırpınan, doğru bildiğini haykıracak cesareti kalbinde yaşatan tüm incir ağaçları için…