“Sen ciddi misin?”
Alp yaptığım teklife inanmakta zorlanıyordu. Haksız da sayılmazdı. Biri karşıma çıkıp bana, “Ruhunu satmak ister misin?” diye sorsa ben de ona inanmakta zorlanırdım. Biramdan bir yudum aldım, ardından sigaramdan derin bir nefes çektim.
“Evet ciddiyim. Sen bunu düşün, benim tuvalete gitmem lazım.”
Onu, yüzündeki sersem ifadeyle masada bırakıp hınca hınç dolu barda kendime yol açmaya çalıştım. Yıllardır İstanbul’a uğramıyordum. Görünen o ki pek bir şey değişmemişti. Benim zamanımda da Taksim’deki barlar böyle insan tarlası gibi olurdu. Kırmızı-mavi ışıklar kulak parçalayan müzik eşliğinde bir yanıyor bir sönüyordu. Alkol ya da her ne halt almışlarsa onun etkisindeki insanların suratları doğal olmayan ışığın yarattığı gölgelerde, Paris’te gördüğüm hastalıklı ressamların tablolarına benziyordu. Tuvalete ulaşmama iki adım kala değişen müziğin ritmi, birbirine yapışık kalabalığı kontrol etmeye başladı. Önümde duran ve adını bile söyleyemeyecek haldeki genç kız, kayıp ruhu için belki de benden medet umuyordu. “Benden sana hayır yok kızım, ben senden daha kötü durumdayım.”
“Öykünün devamını Yabani Dergi 2. sayıda okuyabilirsiniz.”