(Bu yazının orjinali 12 Mayıs 2006’da Sinir Stres’de yazılmıştır.)
çay bahçesinde oturmuşum, vapurun gelmesini bekliyorum, hava güzel, hayallere dalmışım, keyfim yerinde. derken, tüm güzel hayallerimden, cırtlak bir sesin zorlamasıyla gerçeğe dönüyorum. yanımdaki masalardan birinde, iki sarı kafalı kız, bir adam oturmuş; kızlardan biri bir şeyler anlatıyor. ama bir doktora görünse iyi olur. bu doktor kulak-burun-boğazcı da olabilir, psikolog da. ya kulaklarında bir sorun var ya da özgüvenin getirdiği toplumsal bir saygısızlık. dört beş masalık yarıçaptaki herkes gibi ben de ister istemez, kızı dinlemek zorunda kalıyorum.
konuşan kız yanındaki adamın elini tutuyor; (yüzüklerden karı koca oldukları anlaşılıyor) mide bulandırıcı, çalışılmış göz parlamasıyla sevgisini belli ettikten sonra, karşısındaki diğer kıza dönüp, yine herkesin duyabileceği bir sesle ve genişletilmiş, yayılmış yeni nesil Türkçesiyle, “bizim çocuğumuz sarışın olacaaaak,” diyor. ????? nasıl? anlamadım ki? evet, diğeri gibi bu kızında saçları sarıya boyanmış ama kız aslında esmer, yani eminim koyu kahverengi gözlerinin ne renk olduğunu sorsan, “benim gözlerim elaaa” diyecektir ama kız bildiğin esmer. yanındaki kocası da tam esmer. ama genetik sersem kız kendini sarışın sanıyor. ne zamandır boyuyorsa saçlarını unutmuş kendini. anlaşılan o ki karşısındaki kız arkadaşı da, kocası da onun sarışın olduğunu sanıyorlar. inanılmaz.
not: bunun belki de sadece bir dilek olabileceği ihtimali, kızın cümleyi kurarken ki, takındığı, zafer kazanmış, bütün dünyayı alt etmiş hal ve tavırlarıyla tamamen iptal olmuştu. (sarışın esmer değil; sağlıklı, mutlu olsun.)